Şükrü Nasıl Anlıyoruz?
Gelin isterseniz büyükçe bir kâğıt koyalım masanın üstüne ve iç içe dört daire çizelim.
Birinci daire, çok büyük, koskocaman olsun. Buna kâinat dairesi, başka bir ifadeyle evren dairesi diyelim. Yani, gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz veya bilgimizin ermediği, her şeyin içinde bulunduğu daire...
Bu dairenin merkezine, tam ortasına "hayat"ı koyalım, yerleştirelim.
Niye hayatı koyuyoruz? Çünkü hayat olmazsa hiçbir şey olmaz. Her şey hayata bağlı.
Kâinattan hayatı çıkarın, alın, geride hiçbir şey kalmaz, anlamsız bir varlık yığını kalır ortada...
Her varlık hayatla alâkalı, hayata hizmet ediyor, hayata lâzım olan şeyleri yetiştiriyor.
Yaldızlar, güneşler, dünya, dağlar, ırmaklar, denizler hepsi; bitki, hayvan ve insan gibi canlı varlıklar hayatın emrinde çalışıyor.
Yüce Allah kâinatı yaratmış, içinden de hayatı seçmiş, çıkarmış. Allah'ın bir ismi de "Hayy"dir.
Hayat sahibidir, hayatı yaratmıştır, canlı varlıklara hayat vermiştir.
ikinci daire: Canlılar dairesi, merkezinde insan.
Canlılar dairesi başlı başına geniş bir âlem. Bitkiler, hayvanlar, gözle göremiyoruz, ama melekler ve cinler de canlılar sınıfının içindedir.
Bu geniş dairenin tam merkezinde insan yer alıyor.
Bütün canlılar insan için çalışıyor, insana hizmet ediyor, âdeta insanın ihtiyaçlarını karşılamak için yaratılmışlar.
Cenab-ı Hak da canlı varlıklar içinde insanı seçmiş, insanı tercih etmiş, Kendisine muhatap olarak insanı almış. Emirlerini ve isteklerini insana bildirmiş.
Kısaca söylemek gerekirse: Önce insan. Çünkü her şey insanın etrafında dönüyor.
Yani kâinat bize çalışıyor.
Üçüncü daire: İnsan dairesi, merkezinde rızık var.
İnsanlık âlemi çok geniş ve büyük bir daire. Bunun içine dünyanın" her tarafında yaşayan insanlar girer.
Afrikalısı, Asyalısı, Amerikalısı, Avrupalısı, bütün ülke insanları, bütün milletler; zencisi, beyazı, kızıl derilisi, Japonyalısı, Çinlisi hepsi, hepsi...
Cenab-ı Hak bu dairenin tam merkezine rızkı koymuş.
Rızık, başta yiyecek ve içecekler olmak üzere ihtiyacımız olan ve kullandığımız her şey...
Meselâ, sadece yiyecekleri göz önüne getirecek olsak, binlerce, on binlerce yiyecek, içecek çeşidi vardır.
İnsan olsun, hayvan olsun bütün canlı varlıklar rızkın peşinde koşuyor, rızkını temin etmek için uğraşıyor, rızkını elde etmek için çalışıyor, rızkı için çabalıyor.
Cenab-ı Hak insanı ve diğer canlıları rızka âdeta aşık etmiş. Diğer yandan neredeyse bütün kavgalar hatta savaşlar da rızık uğrunda yapılıyor.
İnsanı cezbeden, celbeden, kendine çeken, peşinde koşturan, çevresinde döndüren tek şey varsa o da rızıktır.
Bu daire dünya kadar geniş bir daire ve her canlı bu dairenin içinde yaşıyor.
Dördüncü daire: Rızık dairesi, merkezinde şükür vardır.
Cenab-ı Hak her şeyi rızkın etrafında toplamış. Rızık da bütün çeşitleriyle şükürle ayakta duruyor, şükürle varlığını devam ettiriyor.
(Yirmi Sekizinci Mektup'tan)
Kaç Çeşit Şükür Vardır?
Rızka olan iştahımız bir şükürdür.
Karnımızın acıkması, susamamız, üşümemiz de şükür sebebidir.
Hatta yiyip içtiklerimizden aldığımız lezzet, duyduğumuz zevk bile bir çeşit şükürdür.
Bu çeşit şükrü her canlı yapıyor zaten.
Asıl şükür, bilinçli olarak yapılan şükürdür.
Bilinçli şükür nasıl olur, nasıl yapılması gerekir?
Şükrün birinci ve en başta gelen şekli:
Rızkı ve nimetleri vereni tanımak. Bütün rızıkların ve nimetlerin Allah'tan geldiğini bilmek.
Her şeyi O veriyor, O gönderiyor, O yaratıyor, istifade edeceğimiz hale, yararlanacağımız şekle O getiriyor.
Küçücük bir incir çekirdeğinden koca bir incir ağacını O çıkarıyor, mevsimi gelince de incirleri yiyeceğimiz hale O getiriyor. Bunun için gökten yağmuru gönderiyor suluyor, güneşi gönderiyor pişiriyor, rüzgârı gönderiyor yaşatıyor. Bize de sadece yemek düşüyor ve arkasından şükretmek kalıyor.
Nimetlerin verilişinde bir iltifat, bir güzelleme var. Yani verilen rızık ve nimetler çok latif ve zarif bir şekilde sunuluyor bize.
Bir şeftalinin oluşmasını düşünelim:
İlkbahar gelince ağaç pembe çiçeklerle donanıyor, arkasından etrafını yeşil yapraklar sarıyor, birkaç hafta sonra küçücük şeftali çağlası oluşuyor, birkaç hafta geçince şeftali yeşilden kırmızıya, sarıya doğru şekil alıyor, aradan çok fazla bir zaman geçmeden de dalların ucundan sulu sulu şeftaliler iştahımızı kabartıyor, ağzımızı sulandırıyor.
Şeftalinin ne güzel bir gelişi var değil mi?
İşte Rabbimizin şükretmemize çıkardığı bir davetiye...
Şükrün ikinci şekli:
Nimete hürmet etmek ve saygı göstermek.
Madem bütün nimetler Allah'tan geliyor, Ondan gelen her şey muhteremdir ve saygındır, değerlidir ve önemlidir.
Verilen nimetlerle önemli ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz, açlığımızı gideriyor, susuzluğumuzu dindiriyor, hayatımızı devam ettiriyoruz. Bunun için nimetlerin değerini, kıymetini bilmeli, nimetleri küçümsememeli, basit görmemeli, tahkir etmemeliyiz.
Meselâ nimetlerin başı olan ekmeğe gösterilen saygı bile tek başına bir şükür sayılır.
Bu anlayış da önemli bir şükür şeklidir.
Şükretmenin üçüncü çeşidi:
Nimetleri israf etmemek, saçıp savurmamak, dağıtıp dökmemek.
Bir tabak yemeğin yarısını tabakta bırakmak, bir dilim ekmeğin yarısını masada terk etmek, bir ayakkabıyı birkaç ay giydikten sonra atmak, musluğu sonuna kadar açıp suyun boşa akmasına yol açmak, kullanılmayan odada lâmbayı açık bırakmak, ama en önemlisi zamanımızı boş yere geçirmek, paramızı gereksiz yerlere harcamak hep birer israf örneği ve aynı zamanda şükürsüzlüktür.
Verilen nimetleri israf etmeden yerinde, zamanında ve akıllıca kullanmak, iktisat etmek, tutumlu olmak ve tasarruf yapmak başlı başına bir şükürdür. En çok ihmal ettiğimiz şükür de budur.
Günlük hayatımızda israfı önlediğimiz an rahat, huzur ve bereketi yakalarız.
Şükretmenin dördüncü bir şekli:
Verilen nimetlere kanaat etmek. Çünkü kanaat tükenmez bir hazinedir. Kanaat eden insan huzurlu olur. Allah'ın kendisine verdiği kadarına razı olur.
"Şuyum niye yok, buyum niye yok" diye açgözlülük göstermek, insanlara karşı yüzsuyu dökmek, el avuç açmak, elindekilerle yetinmesini bilmemek, hırs göstermek, dünyayı yutacak gibi başkalarının elinde-kilere göz dikmek çok yanlış bir davranıştır ve şükrümüzü unutturan bir yaklaşımdır.
Meselâ, karıncanın yiyeceği birkaç tane buğday veya arpadır. Elinden gelse binlerce taneyi toplar. Bu yüzden ayaklar altında ezilir. Ama balarısı öyle mi? O kanaat ettiğinden, başlar üzerinde uçar, yaptığı balı kendisi yemez, insanlara ikram eder.
El üstünde tutulmak, baş üstünde gezmek için balarısı gibi kanaatkar olmak gerekir. Böylece Allah'ın da sevdiği bir insan oluruz.
Şükretmenin son bir şekli:
Harama düşmemek. Allah'ın yememizi, içmemizi, kullanmamızı, almamızı yasak ettiği şeylerden uzak durmalı. Helali tercih etmeli, Allah'ın izin verdiği, müsaade ettiği, razı olduğu nimetlerden istifade etmeli.
Haram-helal demeyip rast geleni yemek, haram-helal tanımamak, harama-helale aldırmamak en büyük şükürsüzlüktür.
(Yirmi Sekizinci Mektup'tan)
Yazar: Mehmed Paksu
Okunma: 276
Kategori: Dini Bilgiler
Etiketler: Mehmet Paksu-Nur Dede Anlatıyor-2 , Şükrü Nasıl Anlıyoruz? , Kaç Çeşit Şükür Vardır? | 01-Aralık-2010